Küreselleşme tam gaz devam ederken, dur şimdi artık ticaret savaşlarına girsek biz galip geliriz diyerek oyun bozanlık yapmak olur mu?
Evet Trump tam da bunu yaptı küreselleşmeye bir darbe indirmeye mi çalışıyor. Esasında 2008-2009 ABD emlak krizi, 2011 Avrupa borç krizi ve 2016 İngiltere’nin Brexit kararı küreselleşmenin son 10 yılda aldığı en büyük 3 darbeydi. Şimdi en sonda Trump'ın ben bu oyunda yokum demesi ne oluyor. Peki AMA neden? ABD ne yapmaya çalışıyor?
Düşük maliyetli ve genç çalışma nüfusuna sahip olan gelişmiş ülkeler,küreselleşme ile birlikte ihracat odaklı bir büyüme modeli ile müthiş bir patlama yaşadılar. Sonuçta da WTO’ya göre dünya ticaretinde gelişmiş ülkelerin payı 2000’lerde sadece yüzde 17.5 iken bu oran 2017’de yüzde 42’ye çıktı. Ticaret gelişen ülkelere kaydıkça başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkede imalat sanayii neredeyse çöktü. ABD’de toplam çalışan nüfus içinde imalat sanayiinde çalışanların oranı 1990’larda yüzde 30 iken bugün yüzde 9’a gerilemiş durumda.
“Küreselleşmenin esasında ABD için geçerli bir unsur değil gibi gözüktüğü için bu oyun alanından çekiliyor diyebilecek miyiz bunu zaman gösterecektir.
Hayatın İçinden Ekonomi
7 Mart 2018 Çarşamba
3 Nisan 2017 Pazartesi
Merkantlizmden Kapitalizme Tarih Sayfasına Bakış
16. yüzyılın başlarından 19. yüzyılın ilk yıllarına kadarki
300 senelik bir dönemi kapsayan Merkantilizm, bu zaman aralığında kendi içinde
değişim göstermiştir.
“Merkantilizm” ismi ilk defa Adam Smith tarafından kullanılmıştır.
Merkantilizm; ticaretle uğraşmak, bir mal satmak anlamına
gelmektedir. İthalatı kısıtlayıp, ihracatı teşvik ederek güçlü ve zengin bir
devlet inşa etmeyi amaçlayan iktisadî milliyetçiliktir. Millî zenginlik ve
gücün, ihracatı yükselterek bunun karşılığında değerli madenler elde etmeye
paralel olduğunu iddia eder. Devleti, bir takım iktisadî düzenlemelerle refah
içinde tutmayı amaçlayan politikalar bütünüdür. İktisadî bütünlüğü ve politik
kontrolü hedefler.
Bu döneme zaman zaman “ticari sistem” ya da “sınırlayıcı
sistem” de denmektedir. 18. yüzyılın sonlarına doğru liberal düşüncenin iyice
hakim hale geldiği Merkantilist çağ, Klasik Teori’nin de öncülüğünü yapmış,
ulus devletin kurulmasına ön ayak olmuştur. Feodalizmin çöküşüne yakın
tarihlerde ortaya çıkmış olan; değerli külçe birikimini, dış ticaret fazlasını,
tarımın ve üretim sektörünün gelişmesini ve dış ticaret tekellerinin
kurulmasını sert idarî düzenlemelerle tüm millî ekonomiyi kontrol ederek
birleştirerek artırmayı hedefleyen iktisadî sistemdir.
Feodalizmin Çöküşü
Merkantilist sistem, feodalizmin külleri üzerine doğmuştur .
Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, Avrupa geneline bakıldığında
feodalizmin sona erişinin hemen hemen her ülkede farklı tarihlere denk
geldiğidir. Bu sebeple merkantilizme
geçiş, hem tarih açısından hem de düşünce sistemi açısından ülkeden ülkeye
değişiklik arz etmektedir Feodal iktisadî sistem sonlarına doğru özel
mülkiyet kavramı ortaya çıkmış,bunun sonucunda da feodal sistemin çözülme
sürecine girmiştir. Feodal sistemdeki
Üretimin dayandığı başlıca temel kaynak, tarımdır.
Söz konusu sistem içerisinde belli başlı beş farklı aktör grubu etkin
görünmektedir: Krallar, Asiller, Tüccar,
Rahipler ve Serfler. Krallar parayı ve emniyeti sağlar, asiller tarımı
kontrol eder, tüccar ticarî sistemi idare eder, ruhban sınıfı genel olarak
davranışları belirler ve son olarak serfler ise sadece ve sadece hizmet etmeye
odaklanmış bir işgücünü meydana getirir.
Merkantilist
Düşüncenin Ortaya Çıkışı
16. yüzyılın son dönemi "iktisadi dönem" olarak
kabul edilebilir. İktisadî konular ve sorunlar üzerine yazılı ilk ciddi eserler
bu dönemde karşımıza çıkmaktadır. 1571 yılında ölen John Hales, ekonomi ile
ilgili görüşlerin ayrı bir bilimdalı olarak ele alınması gerektiğini belirten
ilk kişidir.
Miktar teorisi de ilk kez yine bu yüzyıl içinde ortaya
çıkmıştır. 1552 yılında ünlü bilgin Copernicus,
Prusya Meclisi’ne sağlam bir para sisteminin nasıl kurulabileceğini anlatmış,
1556 yılında da Polonya Kralı’nın emriyle bu konudaki düşüncelerini yazılı
ortama aktarmıştır. Copernicus’a göre,
para bollaştığı zaman değerini kaybetmektedir. Bodin’e göre fiyat
artışlarındaki en önemli etken, altın ve gümüş bolluğuydu. “Para , nerede daha
kıtsa orada, bol olduğu yere göre daha kıymetlidir.
Merkantilizm adım
adım…
Amerika kıtasının altın ve gümüş stoklarının Avrupa’ya;
öncelikle de İspanya’ya akmasıyla 1550’li yıllarda Avrupa’da fiyat devrimi
olarak adlandırılan ani fiyat artışları kaydedilmiştir. Değerli madenlerin
bollaşması ile fiyat artışları arasındaki ilişki birçok düşünürün dikkatini
çekmiş ve bir İspanyol rahip, Navarrus 1556’da teoloji konusunda yazdığı bir
kitapta faiz konusunu da ele almıştır. Fransız kralı 14. Louis’nin maliye
bakanı olan Jean Baptiste Colbert zamanında merkantilizm Fransız devletinin
resmî politikası haline gelmiş ve bu yüzden Fransız merkantilizmi “Colbertizm”
olarak adlandırılmıştır. Fransız merkantilizmi, İngiliz merkantilizminin aksine
devlet müdahaleleriyle yönlendiriliyordu. Bir başka deyişle İngiliz
merkantilizmi büyük bir hızla devlet müdahalelerinden kurtulmaya yönelmişken, Fransız
merkantilizminde bu müdahaleler kurumsal hale getirilmiştir. Colbert döneminde
sanayi çeşitli şekillerde desteklenmiş ve gümrük vergileriyle korunmuştur.
Fransa içerisindeki eyaletler arası gümrük vergileri kaldırılmış, tek bir
Fransız Gümrük Tarifesi getirilmiştir. Her şeyin devlet gözetiminde olduğu bu
sistemde, Fransız sanayiinin dışa olan bağımlığını azaltmak için mümkün olan
tüm tedbirler alınıyordu. Fransız sömürgeleri artıyor, ticaret gelişiyor ve
Colbert feodalizmden kalan tüm düzenlemeleri ortadan kaldırarak Fransız
ulus-devletinin hakimiyetini tam anlamıyla yaymak istiyordu.
Merkantilizmin tek bir tanımını yapmanın güçlüğüne delil
oluşturacak olan bir diğer örnek de Alman tipi merkantilizmdir. Kammeralizm olarak adlandırılır. Kralın
veya prensin hazinesi anlamına gelen “Kammer” kelimesinden türemiştir. Çünkü
amaç, devlet hazinesinin zenginleştirilmesi, gelirlerin artırılmasıydı. Bu
akımın ortaya çıktığı dönemde Almanya, birbirleriyle sürekli mücadele halinde
olan birçok prensliğe bölünmüş durumdaydı. İngiltere, Fransa ve Hollanda’nın
hızla geliştiği o tarihlerde Kameralizm, Alman devlet memurlarını eğiterek
iktisadî kalkınmayı sağlamaya yönelik bir araç haline gelmiştir. Kameralist
düşünce de, İngiliz ve Fransız meslektaşlarına benzer görüşleri savunmuş, bazı
noktalarda ise onlardan ayrılmışlardır. Altın ve gümüş biriktirerek millî
zenginliğin artacağını öne sürmüş, devlet müdahalesini savunmuşlardır. Ancak;
İngiltere’de tüccar ve iş adamları kısa broşürlerle merkantilist düşünceyi
savunurken, Almanya, hukuk profesörleri ve maliyecilerin ortaya koyduğu son
derece ayrıntılı ve uzun eserlere şahit olmuştur. Kameralistler dış ekonomik
ilişkiler, ticaret ve ödemeler dengesi gibi konularla çok az ilgilenmiş,
ağırlığı yurt içi tarım ve sanayi konularına vermişlerdir. İngiltere'deki
sistemin aksine, birey ile devlet arasında iktisadî açıdan bir menfaat birliği
olması bir yana, sürekli bir çıkar çatışması yaşanacağını ileri sürmüş,
devletin mutlak otoritesi lehine fikirler geliştirmişlerdir.
18. yüzyıl ve
merkantilizmin zayıflaması
17. yüzyılın ortalarından itibaren, iş adamları ve
tüccarların yanı sıra bazı düşünürler de iktisadî konularla ilgilenmeye
başladılar. Bunun sonucunda, kişi hürriyetine daha fazla önem veren ve devletin
müdahaleci sistemine karşı çıkan; dolayısıyla merkantilizme karşı gelen bir
zümre ortaya çıkmış oldu. Bunlara göre, ekonomi kendi kendine şekil
verebilecek, dışarıdan herhangi bir müdahaleye ihtiyaç hissetmeyen bir
sistemdi. Dış etki ne kadar az olursa, ekonomi de o kadar iyi çalışırdı. Ayrıca
kısıtlama ve müdahalelerin ortadan kalkması, hem kişiler hem de ekonomi için
çok daha iyi olacaktı. Nasıl ki merkantilist düşüncenin uygulanışı ülkeden
ülkeye değişiyorsa, ortaya çıkan bu yeni liberal düşüncelerin etkileri de
farklı farklı olmuştur. Çok sayıda sanayici ve tüccarı içinde barındıran orta
sınıfın İngiltere’de yaygın olması, liberal fikirlerin benimsenmesini
hızlandırırken, daha yavaş ve dar kapsamlı olsa da Fransa ve Hollanda bu akımda
İngiltere’ye eşlik etmişlerdir. Fakat, bir ulus-devlet olma yolunda diğerlerini
geriden takip eden Almanya ve İtalya ise merkantilizme sıkı sıkıya bağlı kalmış
ve libaral düşüncelere sınırlarını en azından bir süre daha sıkı sıkıya
kapatmışlardır.
Liberal Düşünceye
Doğru
İktisadın, bir bilim dalı olma yolunda önemli adımlar
atılmasını sağlayan merkantilizm, liberal düşünce sisteminin de kapılarını
aralamıştır. Bu geçiş döneminin en önde gelen isimleri; John Locke, Josiah
Child, Nicholas Burbon, Dudley North, John Law, Richard Cantillon, George
Berkeley ve David Hume gibi kişilerdir. Genel olarak merkantilizmden
liberalizme geçiş dönemini şekillendiren, yeni ve farklı fikirler üreterek
liberal düşüncenin temellerini atan bu bilim adamlarından Dudly North,
merkantilizmi tümden redderek liberalizme geçişi savunmuştur. David Hume ise,
iktisadın bağımsız bir sosyal bilim olarak kabul edilmesini sağlamıştır.
Otomatik denge mekanizması, tam serbest ticaret, liberal dış ticaret dengesi,
külçecilikten uzaklaşma, kâğıt paranın tavsiye edilir olması, para, faiz, emek
vb kavramlar üzerine derinlemesine analizler yapılmaya bu dönemde başlanmıştır.
James Steuart, devlet müdahalesini savunan “son merkantilist” olarak tarihteki
yerini almıştır.
Fransa’da uygulanan ve Colbertizm adı verilen merkantilist
sistem, ağırlıklı olarak sanayi üretimine önem verdiğinden, tarımla uğraşan
kesimin yoğun tepkisine sebep olmaktaydı. Uzun yılların getirdiği birikimin
sonucu olarak, halk kurulu düzeni ortadan kaldırmak istemekteydi. Bunun sonucunda, liberalizme giden yoldaki
en önemli adım atılmış ve “fizyokrasi” olarak adlandırılan iktisadî düşünce
akımı ortaya çıkmıştır. Fizyokratlar; bir lidere sahip ve yazar kadrosu ile
bir dergi etrafından bütünleşmiş olan ilk modern iktisadî düşünce okulu olarak
kabul edilmektedirler. Kurucusu François
Quesnay’dır. Doğal düzeni ve doğa kanunlarını ön plana almışlar; olayların
gidişatına bırakıldığında bir şekilde kendi dengesini bulacağını iddia
etmişlerdir. Bu düşünce akımının babası olarak John Locke gösterilmektedir.
Dünyaca ünlü “Bırakınız yapsınlar,
bırakınız geçsinler” (Laissez faire, laissez passe) söyleminin sahibi yine
fizyokratlardır.
Böylece liberal düşünceye doğru olan eğilim gittikçe artmış
ve Adam Smith’in 1776 yılında yayınlanan “Ulusların Zenginliği” adlı eseriyle,
klasik iktisat düşüncesi ve liberalizm tam anlamıyla başlamıştır..
24 Haziran 2016 Cuma
Güncel Ekonomiye Bakış
24 Haziran 2016 Cuma sabahı İngiltere’de yapılan referandum
sonrasında Birleşik Krallığın Avrupa Birliğinden ayrılması haberi ile piyasaları hareketlendirdi. Dolar karşısında değer kaybederek güne başlayan Sterlin paritesi normalde 1.500
civarlarında seyir ederken 1.300 seviyelerine geriledi.. Kısa süreceğini umduğum bu dalgalanmaları bir
kenara bırakıp Güncel ekonomiye bir göz atalım.
Son Günlerde Neler Oluyor?
Fed Başkanı son günlerdeki konuşmalarında Verimlilik kaybını
sürekli vurguluyor. Verimlilik kaybını vurgulamasının ana nedeni ise; Dünya
ekonomisinde istihdam artmasına rağmen Ekonomik Büyümenin sağlanamamış olması. Oysaki
OKUN Teorisine göre istihdam artışı olurken belirli bir oranda ekonomik büyüme
olur.
Son iki senedir Türkiye’de iç talep büyümeyi sürdürüyor. İç
talebin motoru istihdamdır. İnsanlar iş sahibi oldukça gelir elde ederler, elde
ettikleri gelir doğrultusunda da tüketmeye devam ederler. Bu durumda iç talebin
genişlemesine kaynaklık eder.
Son zamanlarda büyüme ve kredi arasındaki ilişki de azalma
eğiliminde. Ancak sevindirici olan gelişme ise kredi talebine bağlı olmayıp, iç
talep artışı ve istihdama bağlı olan büyüme sağlıklı bir görüntü oluşturuyor.
2010-2011 Yıllarında kredi büyümesine bağlı olan iç talep
artışı cari açığı tetiklemekteydi ancak günümüzdeki olumu veriler ışığında cari
açık dengede seyretmektedir.
Esra Fatma Türkal.
27 Nisan 2016 Çarşamba
Marka KOMİLİ
Bu yazı dizisinde kronolojik olarak Türkiyenin gerçek zenginliği olan markaların yaşam yolculuğuna çıkacağız. Bu yazı Dizisinin hazırlanmasındaki Başlıca kaynak Reklamcılık vakfı Yayınlarından çıkan TM Marka dizisi NÜkhet Vardar, El izi İletişim yayınlarına ait Kaynaktır. Düzenleyen: Esra Türkal
Komili Zeytinyağının öyküsü 1878’de Midilli Adasında başlar. O yıllarda ada Osmanlı toprağdır. Komi’li Hasan, Adada sabun ve zeytinyağı üreterek geçimini sağlamaktadır. Aile Lozan Antlaşmasından sonra mübadele gereği Ayvalık'a göç eder ve kuşaklar boyu süren Komili markasının öyküsü başlar.
Hasan Komili adının hikayesini şöye anlatıyor.” Aile esasında Midilli adasının Yere bölgesindedir. Yere deniz kenarındadır. Ancak Komi köyü biraz daha içeride, zeytinliklerle kaplı tepelik bir alandadır. Babamın dedesi sürekli Komi ye gidip geldiği için Komi’li Hasan olarak bilinirmiş.Marka'nın isim hikayesi böyle başlarken markanın ürün çeşitliliği zaman içinde evriliyor.
Sahnelerde Komili Sabunları
Üretilen bütün zeytinyağları yemeklik kullanılamadığından, ayrılan kısım sabun olarak değerlendirilirmiş. İşte markanın ürün şemsiylerinden biri olan sabun sahneye doğal akış içinde çıkmış oluyor.
Markanın yaratıcısı Necmi Komili'nin Yolculuğu
“Kalitesiz ürünle alıcıyı birkez, kendini ebediyyen kandırırsın” diyerek yola çıkan Necmi Komili 1950 yılında Ayvalıktan İstanbula yola çıkar.
Komili 1950 yıllarında yaşanan hızlı nufüs artışı ve kentleşme sorunlarından dolayı artan talebi karşılayamaz duruma gelir. 1950 yıllarında artan talebi karşılayabilmek için margarin üretimi başlar. Bu durum zeytinyağı üretimi biraz gerilere iter çünkü zeytinyağı üretimi zahmetlidir kar elde etmek isteyen üreticiler bu noktada sahneden yavaş yavaş çekilirken. Komili piyasanın zorluklarına karşı direnmektedir.1950li yıllardaki ithal ikameci politika yüzünden o yıllarda komili ihracat teşvikleri dolayısıyla dış ticarete önem verir.
1960 yıllarında ise bütün dünyada ki tamamen emek yoğun üretimden, seri üretime yeni geçilmektedir.
İthal korumacı dönemden sıyrılan Türkiye'de yenilikçi Necmi Komili iş başındadır.
İtalyan Mazzoni firmasının beşinci müşterisi Necmi Komili olur ve ürün çeşitliliğini ve kalitesini Ülke sınırlarıyla sınırlamadan Dünya'ya açılır.1972 yılına geldiğinde Komili zeytinyağına önem verir. Ancak o yıllarda üretimde ki en büyük sorun ambalajlamadır. Zeytinyağı kare teneke kutularda satılmaktadır ve bu kutular dışarı sızma yapmaktadır. Küçük ambalajlama yağın kalitesini daha da üşürdüğünden o da iyi bir alternatif değildir. Alternatif arayışı firmanın aklına şunu getirir.
O yıllarda Türkiye motor yağı üretiminde ivme kazanmıştır. Pazara sunulan motor yağları silindir şeklindeki teneke kutularda satılmaktaydı, bu teneke kutular otomasyonla üretiliyor ,daha ucuza mal oluyor ve sızma problemini ortadan kaldırıyordu. Komili zeytinyağını bu kutularda pazarlama fikrine sıcak baktı, herkes bunun yanlış olduğu söylemesine rağmen. Yeni tasarım logosuyla ve yeni kutusuyla ürünü bu kutularda “ Yeni Komili Altın Kutuda “ kampanyasıyla zeytinyağını piyasaya sunan Komili büyük bir başarı elde etti. Ayrıca basın ve reklamlarda zeytinyağının içilebilecek kıvamda olduğundan da söz edilir.
Daha o yıllarda zeytinyağının tadı ve sağlıklı oluşu önplana çıkarılır.Ambalajdaki değişiklik iletişimin gücüyle birleşince marka inanılmaz bir Pazar başarısını yakalar. 1990 yıllarına geldiğimizde Türkiye margarin pazarında küçülme eğlimine girmişti. Margarin sektöründe yer alan Unilever 1993 yılında Komili markasına ortak oldu.
1991 yılında da “Tabiatın Mucizesi” kampanyasıyla Komili zeytinyağı kendinden çok söz ettirmeye başladı.1980 li yıllarda zeytinyağı ile ilgili “zeytinyağı ağırdır, kokuludur pahallıdır” yanlış bir kanı mevcuttu. Bu bilgi eksikliğini komili Kalp ve damar doktorlarıyla işbirliği yaparak tamamladı. O yıllarda Houston Üniversitesi tarafından zeytinyağının sağlığa yararlı olduğunu anlatan, hatta onu uzun yaşamanın sırrı olarak görenAkdeniz diyeti diye birçok bilimsel çalışma yapılmaktadır. Komili o yıllarda bu akademik yayınlara erişir, bunları Türkçeye çevirtir ve doktorlara hemşirelere yönelik geniş çaplı bir bilingilendirme kampanyası başlatır. 1992 yılında Kristal Elma ödülünü alan bugün bile çok net anımsanan “Tabiatın Mucizesi “bu kampanyası, Komili markası için dönüm noktasıdır.Marka 1993 de Tamamen Unilever’e geçer bu kampanya bir süre daha yayınlanır ve 1994 yılına geldiğimizde Komili ambalajları tekrar yenilenir.Tabiatın mucizesi kampanyası iki yıl sürer. Bu sürede tüketici ve Pazar zeytinyağını iyice sever ve benimser. Pazarda ki yeni rakiplerde bu söylemden etkilenirler. Bunun üzerine Komili zeytinyağı 1995 yılında diğer markalardan ayrışmak için “Akdeniz” temasını sahiplenir. 1997 yılında Ogily imzası ile “Akdeniz” teması kullanılır. Ancak yurtdışındaki ile Türkiyedeki Akdeniz algısı farklılığı nedeniyle Akdeniz algısı tüketicinin zihninde oturmaz ve farklı bir pazarlama kampanyasıyla reklama yeniden konumlandırır. Akdeniz dendiğinde Türk insanın aklına Antalya , Alanya gelirve zeytin bu bölgelerle bağdaşmaz. Halbuki uluslarası anlamda Akdenizin çağrıştırdığı ülkeler İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistandır. Markanın yaptığı Pazar araştırmaları sonucu, tüketici gözünde gerçek zeytinyağının tatil dönüşlerinde Ege bölgesinden Kuzey Egeye otomobille geçerken yol kenarında köylülerden satın alınan dökme zeytinyağı olduğuna dair, zeytinyağı ile ilgili yanlış bir algının olduğunu tespit eder. Bu algıyı değiştirmek amacıyla “Komili Ağacı” temalı bir pazarlama kampanyası geliştirilir bu kampanya ile özel üretime geçilir.
Ulus 29 adıyla özel zeytinyağı üretilir.Türkiyenin sahip olduğu yüzlerce değer arasından bazı değerler vardır ki yeri başkadır. Çünkü onlar Türk ekini alarak anılırlar. Örneğin Türk Lokumu, Türk kahvesi, Türk Tütünü, Türk hamamı ve Türk Zeytinyağı gibi. İşte Komili Markasıda buradan yola çıkarak Türk zeytinyağının Hikayesini devam ettirmiştir.
Sahnelerde Komili Sabunları
Üretilen bütün zeytinyağları yemeklik kullanılamadığından, ayrılan kısım sabun olarak değerlendirilirmiş. İşte markanın ürün şemsiylerinden biri olan sabun sahneye doğal akış içinde çıkmış oluyor.
Markanın yaratıcısı Necmi Komili'nin Yolculuğu
“Kalitesiz ürünle alıcıyı birkez, kendini ebediyyen kandırırsın” diyerek yola çıkan Necmi Komili 1950 yılında Ayvalıktan İstanbula yola çıkar.
Komili 1950 yıllarında yaşanan hızlı nufüs artışı ve kentleşme sorunlarından dolayı artan talebi karşılayamaz duruma gelir. 1950 yıllarında artan talebi karşılayabilmek için margarin üretimi başlar. Bu durum zeytinyağı üretimi biraz gerilere iter çünkü zeytinyağı üretimi zahmetlidir kar elde etmek isteyen üreticiler bu noktada sahneden yavaş yavaş çekilirken. Komili piyasanın zorluklarına karşı direnmektedir.1950li yıllardaki ithal ikameci politika yüzünden o yıllarda komili ihracat teşvikleri dolayısıyla dış ticarete önem verir.
1960 yıllarında ise bütün dünyada ki tamamen emek yoğun üretimden, seri üretime yeni geçilmektedir.
İthal korumacı dönemden sıyrılan Türkiye'de yenilikçi Necmi Komili iş başındadır.
İtalyan Mazzoni firmasının beşinci müşterisi Necmi Komili olur ve ürün çeşitliliğini ve kalitesini Ülke sınırlarıyla sınırlamadan Dünya'ya açılır.1972 yılına geldiğinde Komili zeytinyağına önem verir. Ancak o yıllarda üretimde ki en büyük sorun ambalajlamadır. Zeytinyağı kare teneke kutularda satılmaktadır ve bu kutular dışarı sızma yapmaktadır. Küçük ambalajlama yağın kalitesini daha da üşürdüğünden o da iyi bir alternatif değildir. Alternatif arayışı firmanın aklına şunu getirir.
O yıllarda Türkiye motor yağı üretiminde ivme kazanmıştır. Pazara sunulan motor yağları silindir şeklindeki teneke kutularda satılmaktaydı, bu teneke kutular otomasyonla üretiliyor ,daha ucuza mal oluyor ve sızma problemini ortadan kaldırıyordu. Komili zeytinyağını bu kutularda pazarlama fikrine sıcak baktı, herkes bunun yanlış olduğu söylemesine rağmen. Yeni tasarım logosuyla ve yeni kutusuyla ürünü bu kutularda “ Yeni Komili Altın Kutuda “ kampanyasıyla zeytinyağını piyasaya sunan Komili büyük bir başarı elde etti. Ayrıca basın ve reklamlarda zeytinyağının içilebilecek kıvamda olduğundan da söz edilir.
Daha o yıllarda zeytinyağının tadı ve sağlıklı oluşu önplana çıkarılır.Ambalajdaki değişiklik iletişimin gücüyle birleşince marka inanılmaz bir Pazar başarısını yakalar. 1990 yıllarına geldiğimizde Türkiye margarin pazarında küçülme eğlimine girmişti. Margarin sektöründe yer alan Unilever 1993 yılında Komili markasına ortak oldu.
1991 yılında da “Tabiatın Mucizesi” kampanyasıyla Komili zeytinyağı kendinden çok söz ettirmeye başladı.1980 li yıllarda zeytinyağı ile ilgili “zeytinyağı ağırdır, kokuludur pahallıdır” yanlış bir kanı mevcuttu. Bu bilgi eksikliğini komili Kalp ve damar doktorlarıyla işbirliği yaparak tamamladı. O yıllarda Houston Üniversitesi tarafından zeytinyağının sağlığa yararlı olduğunu anlatan, hatta onu uzun yaşamanın sırrı olarak görenAkdeniz diyeti diye birçok bilimsel çalışma yapılmaktadır. Komili o yıllarda bu akademik yayınlara erişir, bunları Türkçeye çevirtir ve doktorlara hemşirelere yönelik geniş çaplı bir bilingilendirme kampanyası başlatır. 1992 yılında Kristal Elma ödülünü alan bugün bile çok net anımsanan “Tabiatın Mucizesi “bu kampanyası, Komili markası için dönüm noktasıdır.Marka 1993 de Tamamen Unilever’e geçer bu kampanya bir süre daha yayınlanır ve 1994 yılına geldiğimizde Komili ambalajları tekrar yenilenir.Tabiatın mucizesi kampanyası iki yıl sürer. Bu sürede tüketici ve Pazar zeytinyağını iyice sever ve benimser. Pazarda ki yeni rakiplerde bu söylemden etkilenirler. Bunun üzerine Komili zeytinyağı 1995 yılında diğer markalardan ayrışmak için “Akdeniz” temasını sahiplenir. 1997 yılında Ogily imzası ile “Akdeniz” teması kullanılır. Ancak yurtdışındaki ile Türkiyedeki Akdeniz algısı farklılığı nedeniyle Akdeniz algısı tüketicinin zihninde oturmaz ve farklı bir pazarlama kampanyasıyla reklama yeniden konumlandırır. Akdeniz dendiğinde Türk insanın aklına Antalya , Alanya gelirve zeytin bu bölgelerle bağdaşmaz. Halbuki uluslarası anlamda Akdenizin çağrıştırdığı ülkeler İspanya, Portekiz, İtalya ve Yunanistandır. Markanın yaptığı Pazar araştırmaları sonucu, tüketici gözünde gerçek zeytinyağının tatil dönüşlerinde Ege bölgesinden Kuzey Egeye otomobille geçerken yol kenarında köylülerden satın alınan dökme zeytinyağı olduğuna dair, zeytinyağı ile ilgili yanlış bir algının olduğunu tespit eder. Bu algıyı değiştirmek amacıyla “Komili Ağacı” temalı bir pazarlama kampanyası geliştirilir bu kampanya ile özel üretime geçilir.
Ulus 29 adıyla özel zeytinyağı üretilir.Türkiyenin sahip olduğu yüzlerce değer arasından bazı değerler vardır ki yeri başkadır. Çünkü onlar Türk ekini alarak anılırlar. Örneğin Türk Lokumu, Türk kahvesi, Türk Tütünü, Türk hamamı ve Türk Zeytinyağı gibi. İşte Komili Markasıda buradan yola çıkarak Türk zeytinyağının Hikayesini devam ettirmiştir.
12 Nisan 2013 Cuma
Yapı Kredi Markasına Yolculuk....
Bir Markayı yaratan unsur; Tüketicide oluşturuğu algıların bütünüdür. Markaların gelişim bitmez, markaya kattığın her değer onu var eder. Yapı Kredi bankası , semt bankacılığını başlatan bireysel tüketiciyi konut sahibi olmasını sağlamak için yola çıkan bir banka, ikinci Dünya savaşı sondasında kurulan ,Türkiye Emlak ve Kredi bankasına özel bir yasayla bina inşa edip satmak işlevleri için kredi hakkı verilmesinden sonra farklı alanlara yönelen banka Günümüze kadar güçlü ve değerli bir marka banka imajı oluşturmuştur. Bu yazıda YAPI KREDİ Bankasının marka yolculuğuna çıkacağız...
1933 yılında Mustafa Kemale Eskişehir Şeker fabrikasını altı ayda tamamlayacağının sözünü verir ve sözünü yerine getirir. Bir süre sonra Kazım Taşkent, 1942 de emekli sandığının tasfiyesiyle personelinin eline geçecek olan paranın 72 ortakla bir banka kurulmasına önayak olur. 9 Eylül 1944 de İzmir in kurtuluş günü 17 çalışanı ve 72 ortakla Bahçekapıda ki Vakıf Han’ın zemin katında Türkiye nin ilk özel bankası unvanıya faaliyete başlar.
Kazım Taşkent Kuruluş Hikayesini şöyle anlatır; Bankayı neden kurdum diye sorarım kendime bazen... Bankacılıktan anlamazdım, bu nedenle bankacılık alanında bir yenilik yaratmak gibi bir düsüncem yoktu. Ama görüyordüm, memleketimde boş kalmış yığınla iş alanı vardı ve oralarda canlılık yaratabilmek için zengin olmak lazımdı. Zengin olmadan, para gücünün olumlu işlerde kullanabileceği tek yer banka idi. Bu nedenle banka kurdum ve bankacı oldum.
Dikkat çektiği bu noktalarla Kazım Taşkent, Markanın Müşteri ile kuracağı iletişimide belli ediyordu ilk kuruluşunda bile...
Markanın adının Yapı Kredi Bankası olması hikayesine değinirsem, Bankanın kurulduğu zamanda yoğunlaştığı amacı, 2. Dünya savaşı sonrası savaşın yarattığı yıkıcı etkiyi telafi etmektir .Ancak 1946 yılında bina ve yapı ipoteği karşılığı kredi açmak bina inşa edip satmak işlevleri için özel bir yasayla Türkiye Emlak ve Kredi bankasına bu hak verilir.Bu düzenlemeyle Yapı Kredi Bankası konut yapmak yerine küçük tasarruf sahiplerini ekonomiye kazandırmak adına değişik yöntemler izlemeye başlar.
Semt Bankacılığı kavramının oluşması....
“Vatandaş bankanın ayağna gelmeyecek, Banka vatandaşın ayağına gidecek” mottosundan yola çıkan banka ilk şubesini 1945 te İzmir Kordonda, ikinci şubesinide İzmir Karşıyakada açar ve böylece semt bankacılığı diye adlandırılan bu kavramın Türkiye de hayata geçirilmesinde öncü rol oynar.
“Bir Bankanın 20 Yılı
-Bundan 20 yıl önce 9 Eylül 1944 teYapı Kredi Bankası bu binada kuruldu.
-Banka hizmetlerini müşterinin ayağına getirmek için ilk defa semt şubeleri açtı.
-YKB tasarrurufu teşvik için ev ikramiyeleri koyan ilk banka oldu.”
Bankanın anlayışının farklılığı mevduat bankacılığında hizmet bankacılığına diyerek. 1988 yılında hizmet olacak birçok ürünü tanıttı.
Günümüzde bir çok inovatif ürünleriyle segmentinde yenilikler sunan bu banka, Marka değerini gün geçtikçe daha fazla artıracağına inancım çok yüksektir.
10 Haziran 2012 Pazar
Marka Bağlılığa Yeni Örnek
Milyonlarca ürün hergün piyasaya çıkıyor ve bunların çok azı yürüyebiliyor.
Kalıcı marka olmanın gereklilikleri var her zaman üstünde vurgulamaktan bıkmasam da tekrar ediyorum
"Markalar müşteriyle kurduğu duygusal bağ kadar güçlüdür"
Dünyanın en büyük otel zincirlerinden Le Meridien'i 5 yıl once satın alan Starwood Resorts&hotels en yeni otelini İstanbul`da açtı. 2014 sonuna kadar 3 otel daha açarak otel sayısını 10 a çıkarmayı planlayan marka, Bu yeni atılımlarını ayrıca Otellerinin tarzında gerçekleştirdiği yaratıcı tasarımlarıyla sıyrılmayı hedefliyor.
Ceo Thomas Willims otel konseptinde markayı en baştan yaratan bir konsept planlamış, bardaklarından koltuklarına, yataklarından duvarlarına bütün herşey özel tasarımcılar tarafından tasarlanmış. Hatta otelin kokusu bile özel olarak tasarlanmış böylece Dünyanın herhangi bir yerinde kalan bir ziyaretçi İstanbul`a geldiğinde de aynı kokuyu hissecek ve marka ile müşterinin duyusu arasında duygusal bağ oluşacak. ESRA TÜRKAL
4 Şubat 2012 Cumartesi
CDS(credit defaults swaps) Avrupa için Bir Tehdit Mi?
Geciken kredilerin takas aracı olan CDS ler aynı zamanda "mali kitlesel imha silahları" (Warren Buffett)
Avrupa bölgesinde Fransanın borcunun 4 milyar dolarlık kısmının, BNP Paribas tarafından satılmasının ardından İtalya Banca dei Paschi di Siena 3 milyarlık İtalyan borcunuda sattı Bunun sonucunda İtalya borçlarını ödeyemez duruma gelirse bu bankalar Amerikalı işlem ortaklarına ödeme yapamayacaklar. Bu kötü senaryoda Avrupayı büyük bir kriz bekliyor. Ve Şu unutulmamalıdır ki, İtalya Portekiz İspanya ya da Yunanistanın gerçekten borçlarını ödeyemeyecekleri gün çok uzak değil. Böyle bir durumda CDS tetiklenip Amerikalı yatırımcı ortakların güvenceleri ne duruma geleceği büyük bir belirsizlik içerinde olabilir.
Esra Fatma Türkal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)