3 Kasım 2011 Perşembe

Psikolojik Yıldırma(Mobbing) Kavramının Mağdurlar ve İşletmeler Üzerindeki Etkisi

 
Örgütsel ortamda çalışanların stres, iş doyumsuzluğu ve tükenmişlik yaşamalarında etkili olan pek çok değişken bulunmaktadır. Bu değişkenlerden birisi de psikolojik yıldırmadır.[1] Psikolojik yıldırma, mağdurların kendilerine olan güvenine ve özsaygısına yapılan sürekli olan saldırılardır. Psikolojik yıldırma; bir kişinin, diğer insanları kendi rızaları ile veya rızaları dışında başka bir kişiye karşı etrafında toplaması ve sürekli kötü niyetli hareketlerde bulunma, ima, alay ve karşısındakinin toplumsal itibarını düşürme gibi yollarla, saldırgan bir ortam yaratarak onu işten çıkmaya zorlamasıdır.[2] Psikolojik yıldırma; uygulayan kişi; saldırgan, hakaret edici davranışla, gücü kötüye kullanarak kurbanın kendisini tehdit altında, aşağılanmasına neden olmaktır. Psikolojik yıldırmada amaç, mağdurun özgüvenini zayıflatarak, onun kronik bir endişe içine ve yoğun stres altına girmesidir.[3] Field psikolojik yıldırma davranışının altında yatan başlıca nedenleri; üstünlük kurmak, buyruğu altına almak ve yok etmek arzusu olarak ifade etmektedir. Kısaca “mağdurun benliğini öldürme çabası” olarak tasvir edilebileceğini söylemektedir.[4]

Psikolojik yıldırma, kişiye yönelik kişinin yaşı ırkı cinsiyeti dini uyruğu sakatlığı veya hamileliği gibi herhangi bir nedene dayalı belirgin bir ayrımcılık olmaktan çok, taciz rahatsız etme ve kötü davranış yoluyla herhangi bir kişiye yönelen saldırganlıktır. Kişi iş yaşamından dışlanmak amacıyla kasıtlı olarak yapılır.[5]  Son olarak psikolojik yıldırma, tamamen duygusal bir saldırı olarak gerçekleşmektedir. Nihai hedefi  ise,  bir iş yerindeki kişi veya kişiler üzerinde rahatsızlık yaratacak baskı oluşturarak  performansını ve direncini  yok edip, işten ayrılmaya zorlamak olarak belirtilmektedir.[6]

Psikolojik yıldırmada çalışanların mesleki ahlakını ve yeterliliğini alçaltıcı davranışlar vardır. Mesleki yeterlilik sorgulandığı zaman aynı zamanda o kişiye güvenilmeyeceği de ortaya çıkmış olur. Çalışanların algılamalarına göre, eğer kişiye güvenilmiyorsa yaptığı işte değersizdir. Bu durum kişilerin kendilerini değersiz hissetmelerine neden olur. Sonuç ise “benlik” duygusunun kaybıdır ki, bu Psikolojik yıldırmanın başladığının habercisidir. [7]

Bu noktada psikolojik yıldırma ile ilgili olabilecek davranışsal ve fizyolojik belirtileri maddeler halinde ifade etmek yararlı olabilir.

·         Psikolojik Yıldırmanın Davranışsal Belirtileri
-        Telefon, bilgisayar ve lamba gibi işyerinde bulunan kişiye ait eşyaların birdenbire kaybolması veya bozulması, yerine yenilerinin konulmaması,
-        Çalışma arkadaşları ile aralarında çıkan tartışmaların her zamankinden daha fazla olmaya başlaması,
-        Başkalarının ofisine girdiğinizde konuşmanın hemen kesilmesi ve konunun değiştirilmesi,
-        İşle ilgili önemli gelişmelerin ve haberlerin dışında bırakılması,
-        Bireyin hakkında çeşitli söylentiler çıkarılması ve yayılması,
-        Bireyin yetenek ve becerilerinin çok altında veya uzmanlık alanına girmeyen işler verilmesi,
-        Bireyin diğer çalışma arkadaşları tarafından sürekli eleştirilmesi veya küçümsenmesi,
-        Bireyin sözlü veya yazılı taleplerine yanıt alamaması,
-        Bireyin, şirketin özel kutlamaları veya diğer sosyal etkinliklerine kasıtlı olarak çağırılmaması,
-        Kendisinden daha alt düzeydeki görevlerde çalışanlardan daha düşük ücret alması sayılabilir.[8]

·         Psikolojik Yıldırmanın Fizyolojik Belirtileri
-        Beyinle ilgili: Sıkıntı, panik atak, depresyon, yarım baş ağrısı, baş dönmesi, hafıza kaybı, dikkati toplayamama ve uykusuzluk,
-        Deriyle ilgili: Kaşınma, pullanma veya döküntü gibi deri hastalıkları,
-        Gözlerle ilgili: Ansızın göz kararması, görmede bulanıklık,
-        Boyun ve sırtla ilgili: Boyun kaslarında ve sırtta ağrı,
-        Kalple ilgili: hızlı ve düzensiz çarpıntılar, kalp krizi,
-        Eklemlerle ilgili: Titreme, terleme, bacaklarda halsizlik hissetme, kas ağrıları,
-        Sindirim sistemi ile ilgili: Yanma, ekşime, hazım zorluğu gibi mide rahatsızlıkları, ülser,
-        Solunum sistemi ile ilgili: Nefessiz kalma, nefes alamama gibi solunum sorunları,
-        Bağışıklık sistemi ile ilgili: Organizmanın savunma yapılarında zayıflama, hastalıklara çok çabuk yakalanabilme olarak sıralanabilir. [9]
 
Psikolojik Yıldırma Süreci

Psikolojik yıldırma sürecine geçmeden, önce çatışma kavramı ve psikolojik yıldırma arasındaki farkı görmek adına çatışma kavramına kısaca değinilmesi yararlı olabilir. Örgütlerde çatışma kıt kaynakların paylaşılmasında bireyler ve grupların birlikte çalışma sorunlarından kaynaklanan ve normal faaliyetlerin durmasına veya karışmasına neden olan olaylar olarak tanımlanabilir. Örgütlerde çatışma olması doğaldır ve hatta kaçınılmazdır. Çünkü bir örgütte hiç çatışma olmaması, o örgütte hiçbir yenilik, değişiklik, düzenleme ve gelişme olmadığını gösterir. Bu yüzden, klasik örgütlerde çatışma az olur. Dinamik örgütlerde ise, etkinlikler, yenilikler ve gelişmeler fazla olduğundan, çatışmalar da fazladır; zira örgütte her yenilik, bir çatışma doğurur. Örgütlerdeki ortaya çıkan ve adaletli, tüm çalışanların benimseyebileceği bir çözüme ulaşmamış çatışma, kendi dinamiklerini yaratır. Böylece psikolojik yıldırma tetiklenmiş olur.

Sağlıklı çatışma ortamında; roller ve iş tanımları açıktır, çalışanlar arasında işbirliği vardır, hedefler ortaktır ve paylaşılmıştır, ilişkiler açıktır, sağlıklı bir örgüt yapısı vardır, bazen çatışma ve sürtüşmeler olabilir, fakat çatışmalar ve tartışmalar açıktır, stratejiler nettir ve doğrudan iletişim vardır. 
Psikolojik yıldırma ortamında ise; roller belirsizdir, işbirlikçi olmayan ilişkiler hâkimdir, ileriyi görmek olanaksızdır, ilişkiler belirsizdir, örgütsel aksaklıklar vardır, çalışanlar arasında uzun süreli ve etik olmayan tepkiler gözlenir, stratejiler anlamsızdır, çatışmanın varlığı reddedilir.
Psikolojik yıldırma kişiyi rahatsız edici davranışların var olmasıyla ortaya çıkan zaman geçtikçe kişiye acı vermeye başlayan ve olayların kendi içinde çözümsüz bir biçimde var olduğu süreçtir.

Psikolojik Yıldırmayı Uygulayanlar
Leymann, 1996 yılında yaptığı araştırmaya göre, Psikolojik yıldırmayı uygulayanlar, kendi eksikliklerinin telafisi için psikolojik yıldırmaya başvururlar. Kendilerini duydukları güvensizlik sahip oldukları başarıyı içselleştiremedikleri konumlarına ve sahip oldukları statüye duydukları korku ve güvensizlik, onları başka birini küçültücü davranmaya iter. Psikolojik yıldırmanın uygulayıcıları genelde bu yolla gerçekleştiremedikleri üst benliklerini tatmin etmeye çalışırlar. Zapf ve Einarsen’e göre, psikolojik yıldırma davranışlarını uygulayanların temel kişilik özellikleri şunlardır;
-        Özgüvenleri yüksektir.
-        Sosyal becerileri azdır.
-        Küçük çıkarları için politik oyunlarla psikolojik yıldırma uygulamaktadırlar.

(Walter, 1993??)’e göre Psikolojik yıldırma uygulayanlar;
·         İki davranış seçeneği arasında en fazla saldırgan olanın seçen,
·         Bir psikolojik yıldırma ortamı yakaladıkları zaman, çatışmanın devam etmesi ve kızışması için ellerinden geleni yapan,
·         Psikolojik yıldırmanın karşısındaki kişide yaratacağı olumsuz sonuçları umursamaz şekilde bilen ve kabul eden,
·         Hiçbir sorumluluk duygusu duymayan,
·         Sadece suçsuz olduklarına inanmakla kalmayıp, aynı zaman da iyi bir şey yaptıkların da zannedendir.

Psikolojik Yıldırma Mağdurları
Yapılan çalışmalar, psikolojik yıldırmaya maruz kalan kişilerin çalışma hayatlarında zeka, dürüstlük, yaratıcılık, başarı gibi olumlu özellikler gösteren duygusal zekası yüksek kişiler olduklarını ortaya koymaktadır.[10] Psikolojik yıldırmaya maruz kalan kişi, “Acaba neden başaramıyorum”, diye düşünmektedir Kendine olan güveni sarsıldığında, dikkatini daha çok başarılı olmaya, kendini ispat edebilmek için daha çok çalışmaya verir. Bu davranışı, mağduru daha çıkmaz bir hale sokmaktadır. Çünkü mağdur kendini ispatlamak için görevi olmadığı halde gereksiz işlerin sorumluluğunu alır. Görev tanımının çok üzerinde işlerin üstesinden gelmek için didinip durur. Bu durum mağdurun daha çok yıpranmasına neden olur. Psikolojik yıldırma mağduru kendi yapması gereken işleri de yetiştiremeyince, bu sefer performans değerlendirmede puanları düşer, bu durumsa özgüvenini iyice yitirmesine neden olan yeni bir kısır döngü doğurur. Örgüt buna göz yumdukça mağdur kendini çaresiz olarak görür. Leymann, psikolojik yıldırma mağduru için sade bir tanımlamada bulunmuş ve “Mağdur, kendisinin kurban olduğunu hissedendir” olarak ifade etmiştir.


 Psikolojik yıldırma süreci içinde; psikolojik yıldırma mağdurunun yaşadıkları şöyle sıralanabilir:
  • Mağdurda hastalık belirtileri ortaya çıkar, hastalanır, işe gelmez, işine son verilir.
  • Stres yaşar ve buna bağlı olarak psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalır.
  • Bazen ağır bir depresyon yaşar, intiharı düşünebilinir ve hatta intihar girişiminde bulunabilir. Ya da öğrenilmiş korku ve kaygıyla ilgili kaygısal bozuklular yaşar.
  • Kendi iç dinamiklerine olan inancını yitirir.
  • Bir yandan suçu olmadığına inanır. Ancak kendine olan güvenini yitirdiği için yanlış yaptığına dair kendini suçlar.
  • Mutsuz huzursuz ve hayatı anlamsız bulabilir çünkü iyi ve adalete olan inancını yitirmiştir.
  • Kendine güveni olmadığı gibi, genel bir kararsızlık içerisindedir.[11]
Psikolojik Yildirma (Mobbing) Kavramı mağdurların kendilerine olan güvenine ve özsaygısına yapılan sürekli olan saldırılardır. Mağdur üzerinde yarattığı olumsuz etkiler yalnız mağduru değil bir bütün olan örgütüde doğrudan ilgilendirir. Örgüt  içindeki çözümsüz bir çatışma Psikojik yıldırmaya neden olmaktadır.
ESRA FATMA TÜRKAL


[1] Hüseyin Yavuz,, Süleyman Demirel Üniversitesi Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstütisu, 2007;3
[2]Davenport,Swartz ve Elliott, age. 15 
[3] Hüseyin Yavuz age 17
[4]Yavuz, Hüseyin, age. 7
[5] Davenport, Swartz ve Elliott, age 16
[7] Davenport, Swartz ve Elliott, Sistem age 24
[8] Pınar Tınaz, age 51
[9] Pınar Tınaz age 54
[11] Davenport, Swartz ve Elliott age 67

30 Eylül 2011 Cuma

İmza “Marka”

İmza “Marka”
Duyular ve Markalaşma
Esra Türkal
Günümüzde pazarlama dünyasında çoğu reklam kampanyası dahilindeki markalar müşterilerin zihninde çarpıcı bir yer edinemeden silinip gidiyor. Gerçi, hala güçlü markalar yok değil: Coca-Cola, Harley Davidson, BMW. Bu şirketler müşterinin zihninde markalarını yaşatmanın yolunu bulmuşlardır. Kuşkusuz,  bir marka müşterisine en azından ayırt edici bir yarar sunmalıdır. Eğer markanızda bu özellik olmazsa, ne kadar allayıp pullasanız da bir işe yaramaz. Ancak, ayırt edici markaların ihtiyaç duyduğu bir şey daha vardır.[1] Bu gizli sır ise bu markalarla müşterilerinin arasındaki duygusal ve duyusal bağda gizlidir. Bu yüzden bu markaların, tam bir duygusal ve duyusal deneyim yaşatacak güce kavuşturulması gerekir. Bir reklamda bir ürünü ya da hizmeti görsel olarak sunmak yetmez. Güçlü sözcükler ve simgeler veya bir müzik gibi bir ses eklemek gerekir. Görsel ve işitsel uyaranların birlikteliği 2+2=5 etkisi yani sinerji etkisini oluşturur.
Markaların reklam kampanyalarında ve marka unsurlarını konumlandırmadaki yarattıkları sinerji etkisi kuşkusuz ki markaları müşterilerinin zihninde konumlandırmalarında büyük fayda sağlamıştır. Peki markaların reklam kampanyalarında müşterilerin zihninde yer almalarını sağlayan bu etki nasıl oluyor?  Dünyaya ilişkin tüm kavrayışımız duyularımız aracılığıyla olur. Duyularımız belleğimizle aramızdaki bağdır, aynı zamanda da bizi duygularımızla doğrudan bağlar. Işıltılı bir bahar temizliğinin bir kokusu vardır. İmalatçılarda bu hayatın yenilenmesi duygusunu da şişelere doldurmaya çalışıyorlar. Pazarlamacılar bulaşık deterjanlarını, tuvalet temizleyicileri, şampuan, sabun, cam silicileri ve daha bir sürü şeyi satmak için baharla aramızdaki bu duygusal bağlantıyı kullanıyorlar.[2] Yaşantımızdaki bütün olaylar, ruh halimiz , duygularımız hatta ürünler bile beş kanallı kayıt cihazımız olan duyularımız tarafından kayıt ediliyor. İnsanoğlu beş duyusunu birden kullandığında en yüksek etkinlik ve algılama düzeyine ulaşır; oysa reklam kampanyaları, iletişim programları ya da marka yalnızca iki duyu organımız olan görüntü ve sesi kanalımızı kullanır.[3] Bugün çoğu markanın göze ya da kulağa hitap ettiği görülüyor. Hatta markanın pazarlama stratejileri de buna göre oluşturuluyor. Örneğin ne kadar iyi bir restoran markası olursanız olun, içeriye girildiğinde tüketici eğer kötü bir kokuyla karşılaşıyorsa markanızın değerinin artması mümkün değildir. Tabii ki her ürünün hisse ve kokuya yönelik bir stratejisi olmayabilir. Ama bunu bir şekilde başarabilirlerse, marka değeri katlanarak artacaktır.[4] Çoğu kişi sıfır araba almanın en çarpıcı yanının ondaki yeni araba kokusu olduğunu söyler. Çünkü pırıl pırıl görüntüsünün yanında, kokusuda bir yenilik ifadesidir. Aslına bakarsanız yeni araba kokusu diye bir şey yoktur. Bu yapay bir kurgudan, doğrudan fantezi yaratan başarılı bir pazarlama oyunundan başka bir şey değildir.[5] Üretim hattından çıkmadan önce arabanın içine bu koku sıkılır ve maalesef ki altı haftalık ömrü olan bu kokunun yerini altı hafta sonra plastik bardakların, gazetelerın, ayakkabıların kokusu alır.
Kellogg’s un kahvaltılık mısır gevreğinin başarısı tamamen tahılın çıtırtısıyla ilgilidir. Vurgu, reklamlarda duyduğumuz ses efektlerinden çok, ağzımızda duyup hissettiğimiz bu çıtırtıdadır. Firma, çıtırtı ile tadın bu sinerjisini geliştirmek için yıllarca deney yapmıştır. Kellogg’s müzik laboratuarında geliştirdiği sadece  Kellogg’s la özdeşen bu sesle  ürünü piyasaya sununca, marka hızla yukarılara tırmandı. Firma müşterilerin zihninde oluşturduğu marka ve duyu algısını, görme ve tatmayla sınırlı olmanın ötesine geçip, hitap ettiği duyuları dokunmada dahil dörde çıkararak markanın algılanışına genişlik kazandırmış oldu.
Markaya kişilik vermek demek onu diğerlerinden ayırt edici özelliğe kavuşturmak demektir.
Markalandırmanın olumlu etkileri, 1950’lerin sonlarında tüketicilerin markalı ürüne, markasız ürün aynı kalite, görüntü ve tatta olsa dahi daha fazla fiyat ödemeye hazır olduğun kanıtlanmasıyla belgelenmiş oldu. Pazarlama topluluğun kullandığı en yaygın duyu kanalımız şüphesiz ki görme duyumuzdur, Herhangi bir reklam, logo gördüğünüzde ya da bir ürünün/markanın adını duyduğunuzda, gözünüzün önünde canlanıyorsa, işte o şirket görme duyusuna doğru şekilde hitap edebilmiş demektir. Örneğin “Coca-Cola” dendiğinde hemen herkesin aklına kırmızı-beyaz renkleri ve bir kola şişesi gelir. Coca-Cola görme duyusunu o kadar iyi kullanmıştır ki, 1950’lerde Noel Baba’yı reklamlarında kullanana kadar Noel Baba yeşil renkte giyinirdi. Oysa Coca-Cola’nın reklam kampanyasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen Noel Baba hâlâ kırmızı-beyaz renklerde giyiniyor.[6] Peki Coca-Cola yalnızca görsellikle sınırlı mı kalıyor ne dersiniz son zamanlarda Coca-Cola reklam kampanyalarında kullandığı ses efektini hatırlarsak, Coca-Cola kutusu açıldığı zaman “pısss” sesini duyar gibiyim. Kulaklar sanki bayram ediyor. Öyle bir efekt veriyorlarki, binlerce yıl susuz kaldık ağzımız kurudu ve çok sıcak. Bir colayla serinleyeceğiz…[7]
Markanın görselliğine uyguladığımız ölçütleri kullanırsak, sesi en açık seçik en ayırt edici en istikrarlı ve akılda kalıcı biçimde kullanan firmanın İntel olduğunu söyleyebiliriz. 1998’den beri kulaklarımıza çalınan Intel Inside ezgisi bütün Intel reklamlarında ve marka yaratma kapmalarında kullanılan kısa ve ayırt edici bir ses sayesinde görünmez olanı görünür kılmaktadır. Araştırmalar Intelin dalga diye bilinen cıngılının Intel logosu kadar ayırt edici ve bellekte kalıcı olduğunu gösteriyor. Aslına bakarsanız araştırmalar insanların çoğunun Intel dalgasını logosundan daha iyi anımsadığını söylüyor.[8]
Wal-Mart’ın İngiltere deki şubesi olan Asda süpermarket zinciri dokunmanın ekonomik avantajlarını iyi değerlendirmiş bir örnek; Birçok markanın tuvalet kağıtlarını ambalajından çıkartmışlar ve tüketicilere dokunarak karşılaştırma olanağı sunuyorlar. Bu uygulama kendi markalarının satışlarında patlama yaratmış ve o markanın ürünlerine yüzde 50 daha fazla yer ayırmalarını sağlamıştır.[9] Bir markanın sunduğu dokunma özelliği her zaman bu sonuçtaki kadar belirgin olmayabilir. Martin Lindstrom, Duyular ve Markalar kitabında yer alan araştırmada ortaya çıkan en ilginç araştırma beklide cep telefonu sektöründe rastlanan sonuçtur. Yapılan araştırma sonucuna göre tüketicilerin yüzde 35’inin telefonu elinde tutarken hissettiği duyguyu, görünümünden daha önemli bulduğunu göstermiştir. ABD li tüketicilerin yüzde 46’sı ise şaşırtıcı bir biçimde, bir telefon satın alırken ağırlığının görünümünden daha etkili olduğunu belirtti.
Pazarlamacılar bütün beş duyumuzu kullandıkları evrene iki boyutlu duyu algıları ile başlamışlardır ancak yapılan araştırmalar ve geçmişteki örnekler sonucunda bütün beş duyunun  da ayrı ayrı öneme sahip olduğu sonucuna varılmaktadır. İşitmek pasif, dinlemek aktif eylemdir markanın sesi hem işiteni hem de dinleyeni hedef almalıdır çünkü satın alma davranışını oluşturabilmek için her ikisi de eşit ölçüde önem taşır. Intel oluşturduğu dalga sesi ile ses duyusunu en iyi kullanan bir örnektir  .Yakın zamanlara kadar görme duyumuz beş duyumuzun en güçlüsü olarak kabul ediliyordu; oysa araştırmalar artık bunun doğru olmadığını ortaya koyuyor şekil bazı sektörlerde can alcı bir role sahiptir ancak şekil markanın bütünü temsil eden bir özellikten ziyade  bütünü tamamlayıcı bir özelliktir.[10]
Coca-colanın ayırt edici kırmızı beyazında, Intelin ses dalgasında Kellogg’sun çıtırtısında hepsinde ortak bir nokta var; hepsi ürünlerine bir üçüncü boyut kazandırdılar, bunların sahip olduğu duygusal benzerlik tüketicilerin onları bildikleri logo ya da yazı karakteri olmadan da tanımalarını sağladı. Çeşitlenen marka, reklam kirliliği pazarlamacıları farklı arayışlara itmiştir.  Artık Markaların gelecekte var olabilmeleri için tüketicinin zihninde daha fazla duyu da yer almaları gerekmektedir. Geçen on yılda otomotiv sektöründe arabanın kokusuna varıncaya kadar bütün özellikleri markanın bir parçası haline geldi. Kellogg’s sadece doğal çıtırdı sesini bile laboratuar ortamında üretmeye çalışıyor. Sonuç olarak; markalar yaratılırken duyuların gerçek bir imzasını taşımalıdır.


[1] Lindstrom Martin, Duyular ve Markalar, Optimist Yayınevi Bs.Kasım 2007 Önsöz Philip Kotler
[2] Lindstrom Martin, a.g.e 21,
[3] Lindstrom Martin, a.g.e 22,
[4] Bruce Turkel – Building Brand Value, http://www.markastrateji.com/2006/04/
[5] Lindstrom Martin, a.g.e 22,
[7] Nart Ömer . http://unigundem.com/2009/06/04/duyular-ve-marka/
[8] Lindstrom Martin, a.g.e 33,
[9] Lindstrom Martin, a.g.e 99,
[10] Lindstrom Martin, a.g.e 112-113